4 Şubat 2014 Salı

Kiminin gülümsemesi kiminin gözyaşları

Kiminin parası kiminin duası demişti yaşlı kadın elindeki yeşil banknota bakarken. Yanılıyordu ve yanıldığını o da biliyordu. Duaya ihtiyacı yoktu. Paraya ihtiyacı vardı. Çünkü aradığı dua değil paraydı.
Ya benim...
kiminin gülümsemesi bakışı, kimin gözyaşları ihtiyacım olan sanırım. O gözyaşları benim yüzümden akmasın sakın ben olmayayım o gözyaşlarına neden. Belki teselli için yanında olabilirim hepsi o. Ama yok yok teselli için bile yanında olmayayım. Gülümsemesi için de.
Biliyorum ki anılardan çabuk silinirim ben. Yerli yersiz değil tek tük nadiren akla gelirim. Çabuk silinirim ama silmeleri bir türlü beceremem. Hep saklarım. Alır en değerli yerde sürekli etime batacak şekilde saklarım hep.

21 Ocak 2014 Salı

Daracık Sokaklar

Özlediğim kokular renkler vardı ama farkında değildim uzun zamandır. Uzun zamandır. Beş belki altı yıldır. Ama en çok son üç yıldır.
Yarı kapalı havada yürümeyi özlemişim. Bilmediğim sokaklara sapmanın heyecanını duymayı. aaaa, diye şaşırmayı peşpeşe. Neşelenmeyi.
Derin bakışlı sayesinde tekrar nefes almaya başlayınca hayattan tat almak da mümkün artık. Eski güzellikleri anımsıyorum bir kısmını da yaşıyorum yavaş yavaş. Fırsat bulamasam da çok fazla aralıklar oluşturuyorum hayatta kendime, zamanın durduğu akmadığı öylece asılı kaldığı aralıklar...
Eski bir pideci tabelası, bir kitapçının önünden geçme anı, tramwayın salına salına uzaklaşmasını izlemek...
Hatta dilenme dili değişmiş çocuklar bile bişeyler çağrıştırıyorlar bana.
hayatı kolajlamak istiyorum bir süredir. kendi hayatımdan kesitleri sermek önüme. sonra tesadüfleri serpiştirmek arasına ve hep beraber olabileceğimi hep sevebileceğim ve sevilebileceğimi en baş çerçeveye alıp yeniden düzenlemek istanbulu ıspartayı sakaryayı samsunu...
elbet ben kendi kolayımı düzenlerken başkası da kendi kolajını düzenlemiş oluyor ben farkında olmadan. o yüzden böyle isteklerim varya zaten şuan...
Bildiğim birşey yok, hatta hiçbirşey bilmiyorum ben. Gözlerimi açıp kocaman kocaman derin derin bana bakmasını istiyorum. baktığı anları kazıyorum hafızama çok lazım olacağını bilerek...
böyle mutlu edebilecek birini mutlu edebilecek şanslar oluyor işte, bazen farkında oluyorum bazen olamıyorum. Sanırım dalgınlığım unutkanlığım aklımdaki birşeylere karşı koymamla alakalı. Direnen şeyler var demek ki aklımda. biliyorum ama bulamıyorum. saklanıyorlar. bulsam ordan çıkarıp atacağımı biliyorlar.
öyle derin derin baksın hep bana. o bakışlarını iyice kazıyayım aklıma. gözünü kırpasın düşerim korkusu var zaten. Sevinç Erbulaktan kaldı aklımda bu söz. çok işlemişti içime de benim öyle hissedeceğim bir bakış olur mu merak ederdim hep. oldu...
dar sokaklarda geniş geniş sarılarak yürüyelim beraber. bildiğin bilmediğin yerlere götüreyim seni. ama en çok bilmediğin yerler olsun önce götürdüğüm yerler. sonra sen götür beni yeni eski yerler seçerek aklından. sırf sen götür beni diye kalkıp gitmiyorum bazı yerlere...
Gitme diyemediğim yerlere gideceğin zamana saklıyorum gidişlerimi....

23 Aralık 2013 Pazartesi

kayboluş

blogun adı gülenyüzgeç ya hani. hani saçma sapan ya. gülgeç dünyasındayız olum biz dedim kendi kendime ama basit kaldı biraz daha saçma olsun istedim. gül geç arasına enyüz de eklemiş gülenyüzgeç yapmıştım. belki uzun zamandır içimin somurtkanlığından kurtulmaya başlamamdandı bu isteğim. gülmek istemek bile değil tebessüm bile iyi gelir derken içimi dolura doldura gülümseten biriyle karşılaşmaktı beni saçmalatmaya başlatan.
tabi ki benim ne acı ölçerim vardı baştan birinin canımı ne kadar yakacağını ölçebileceğim ne de ben ne kadar canını yakarım diye öğrenebileceğim. hep yaşanıp öğreniliyor sanıyoruz ya yalan. öğrenilmiyor. öğrenilmeyecek. o an ne kadar yandı canın o kadar san sen. değil işte. bazılarının acısı dinerken bazılarının gülümsetmesi geçerken bazılarının gülümsetmesi aklına her geldiğinde gelir yapışır o biçimsiz suratına. acısı da gelir yerleşir işte içte derinlerde bir yerlere. lise 2 den beri üçüncü kez hissettiğim duyguydu bu. ikinci hissedişim çok net değildi ama bu üçüncüsü çok çok netti. tabi herkes kendi pişmanlığını yaşar. kimse başkasına kalbini ve beynini çıkarıp bak işte gerçekler burda kendin bak diyemez. söylediklerin onun inandığı dinlemek istediği ya da duymamak istediği kadarsa sana düşen oturup acıların toplamına razı olmak. gerisi boş hayat gibi.
yeni umutlar da yeni gülümsemeler de yeni bakışlar da olmasın artık. lütfen artık mutlu olmak istemiyorum. sadece kendimle başbaşa kalabilmek hepsi bu. her mutlu oluşumun derin yarasıyla yola devam etme zorunluluğu yeter. gelip geçen gülüşler olsun etrafımda ben sadece olduğunu bileyim bunların bana yaklaşmasın dokunmasın hissetmesin. ben ne mutlu olmayı ne mutlu etmeyi becerebilen biri değilim. evet kesinlikle değilim. fazla duygusal fazla kapılan biri belki, hepsi bu. kapılıp kapandığım için geriye kalan ne varsa hayatta onu nasıl acıtırım farketmeden sürüklenip giden biriyim işte ben. taki canını acıtana yaraya batırdığım bıçağı içerde iyice çevirip kanatıncaya kadar. sonrası zaten malum. belki birkaç cümle can acıtacak şeyler okur ya da duyarım. ama asıl yara sonraki sessizliklerde gizli. gizlenmenin vakti demek ki...

1 Aralık 2013 Pazar

Paylaşmak

Bazen söylersin dinlemez, bazen de söylemezsin...
Aslında ben paylaşmanın acıyı azalttığına falan inanmıyorum. Azaltmaz da zaten ne diye inanayım ki! Paylaşılan sevgi büyür çoğalır belki, gülüşler artar kahkahaya döner, bakışlar uzar öpüşmelere... Ama paylaşılan acılar azalmaz. Acı belki de hiç azalmaz zaten. Gidenler ya da gelenler öyle yaralar ki beni acılarının geçmesi mümkün değil. Bünye öyle bir hal almış ki paylaşılıp artan hazları sıkıştırıp depolarken yer kaplamasın diye, acıları nedense hacminden fazla yere dağıtarak yerleştiriyor içimde.
Karar veremediğim ilk giden mi son gelen mi daha çok yakıyor canımı. Ya da hangisinin daha çok canımı yakmasını arzuluyorum içten içe bilemedim. Belki ilk giden yaraladı kapanmayacak şekilde beni o yüzden hep son gelenin daha çok acıtmasını istiyorum ki ilk gideni affede bileyim bir şekilde. 
2004 te yazdığım bir yazıyı okudum biraz önce, tesadüfen buldum üstelik eski defterlerimin arasında. Üstelik alakasız bir defter içinde bir kağıda yazılmış üzerine de gecenin 4 buçuğu saati not etmişim. 
Yazıyı okuduktan sonra o gece düşündüklerimi hatırlamaya çalışıp aklıma gelenleri tarttım.
Görünen o ki benim o zamandan bu zamana acılarım azalmamış hiç. 
Paylaşılanın ne olduğu değil paylaşmanın tadını almak isterim hep. 
Sadece sevdiğim insanlarla paylaşınca hayat daha çekilir olmuş.
Hepsi bu...

27 Kasım 2013 Çarşamba

Yeni Kitap

Kendime bir kitaplık oluşturuyorum ne güzel değil mi(!)
Adama bak daha noktalama işaretini bile doğru yazamıyor "yeni kitap" ve "kitaplık"den bahsediyor sesleri başlamıştır yükselmeye :)
Yazının son cümlesine kadar okuyabilen için şimdiden yazdım aslında.
Her gün aynı güneşe uyandığımız gerçeğini kavramışken ben; yedi günüm de farklı gülüşlerle, sevgiyle, damağımda eriyen çikolata hazzıyla yaşanmaya başlamış. Artık uyandığım güneşin aynı değil hep farklı açılarla içimi ısıttığını düşünmüşüm. Güneşle başlamış değişmeye hayatım sanki. Her gülüş yeni bir gülüş her öpüş içten her bakış derin olmuş.
Neyse vazgeçtim uzun uzunn yazmaya. Sadede geleyim en iyi ben çünkü her satır yazmaya daha da alıştığım yeni bir umut oluyor bana. Ben güzel de yazmam aslında. Beceremem ben güzel yazmayı da o aşk kokunca işte... Ben kendime bir kitaplık oluşturmaya karar verdim. Çünkü çokça birikti kitaplarım. Hepsinin ortak özelliği yarım kalmış olması.
"Yarım kalmış kitaplar" dan oluşan bir kitaplığım oluşmuş, ben son yarım kalan kitapla farkettim. kitaplığın önüne oturup yaşları yaşanmışlıkları silmek istediğimde farkettim.
yarım kalan kitaplar kütüphanesine dönmüş içim :) gülümser ... gülümser... yaşları siler... kahverengi yapraklar dökülürken rüzgar yere düşmesine izin vermeden alır götürür uzaklara, umudumu götürdüğü gibi...

26 Kasım 2013 Salı

bencil(miş)im...

Bazı anlar vardır hiç bitmesin dediğim ama asıl bazı anlar var ki bittiğinde hissettiğin acı hüzün kırıklıklar dolu asıl onlar önem kazanıyor gitgide hayatımda. O hiç bitmesin istediğim anlar bitsin ki acılarım peşi sıra gelsin yerleşsin yüreğime istiyorum sanırım. Bu da bencillik aslında. Tabi bana ithaf bencillikle bunun bir alakası yok. Aslında görünürde yok. Evet bencil biriyim temel felsefede çünkü derin bakışlı bana bencilsin derken varlığımla beraber onun hayatından çalmışlığımla bencil olduğumu anlatıyordu ki doğru. Ha bunu en başından beri isteyerek mi yaptım - HAYIR- . Yaşanmaya daha doğrusu istemeden de olsa hissetmeye başladığım şeyler sonrası yaşanılanlara engel olmaya gücüm de cesaretim de yoktu demekki.
Ama şimdi başka bir bencillik için konuşacak olursak ki aklıma ilk gelen bencilliktir bu çünkü insanın ilk bencilliği diyebileceğimiz bencilliktir bu; hayata başlamak. Evet milyon milyar adet sperm içinden bencilliğimizle sıyrılıp hayat bulmamışmıyız hepimiz. Belki daha düzenli sıralanmış düzgün dizilimle bir dna yapısına sahip sperm daha yararlı olabilirdi bu hayatta ama benciliz işte. Buradan başlayan bencilliğimiz hayat boyu devam ediyor. Bazen isteyerek bazen de sadece hayatta kalmak için bazen de birilerini ezmek için... Benim bencilliğim yaşadıklarımla hissettiklerimim yoğunluğu ve başkalığıydı sanırım. Ben başka biri olmadım ama başka bir dünya tanıdım. Tanırken de sanırım derin bakışlının hayatından çalmaya başladım. Başı sonu olmayan şeylere başlamamalı demek ki. Öyle anladım bana kızmasından.
Ama bu bencilliğimle nefessiz durmak istedim her nefes alışımda. Her uyanışımda uyanamamak istedim, sonsuz derinliğe derinliğine dalıp orda yaşama  şansım olsaydı o farketmeden, habersiz kurulur en derin karanlığında kaybolurdum ki kendim bile yerimi tam bulamayacak kadar.
Sevmek garip his. Elin ayağın titrer sevgiden, anlatamazsın. Nefesin düğümlerin boğazında, hadi göster gösterebilirsen... Asıl o yanında değilken nasıl benim nasıl olduğumu bilse görse, ne anlatmaya ne bişeyler göstermeye gerek kalmazdı ya neyse. Bunu da boşverelim.
Sevmek bencillik zaten. Kendimize karşı bir bencillik. Sevince derin bakışlıyı sevdiğim gibi kendimi untuyorum daha nasıl bencil olmayayım kendime karşı.
İşin "o" nla ilgili boyutunu hiç mi düşünmüyorum umursamıyorum, elbet düşünüyor umursuyorum da engel olamıyorum kendime onu sevmemek için... Sanırım sado mazoşist duygu daylemleri içinde kaybolup gidiyorum. Olmak ya da olmamak işte bütün mesele orada başlıyor ve hiç bitmiyor....

23 Kasım 2013 Cumartesi

yanlışlar aleminde doğruları aramaktayız

yaz dedi...
yazdım ama oku diye değil. aklıma gelmezse ben okuyayım diye....
hep yanlış kişiler seviyor beni dediğinde, söylediklerimi yazayım istedi, kaybolmasın istedim bir yerlerde dursun durdukça da acıtsın kanatsın beni diye...
peynirimden bir dilim, rakımdam bir yudum alıp kanayan içimi uyuşturma çabama devam ederken kan damlalarından ortaya çıkan sözcükler birleşiyordu...

seni sevenler mi yanlış, senin sevdiklerin mi bilemezsin.
seversin sadece.
severler sebepsizce...
acılar büyür, acılar dağlanır.
nefes alırcasına sevdiğin değil,
nefes alırcasına sevenlerin kalır yanına ama sen kalmazsın...

kalma ihtimaline değil o derinliğinde kaybolduğum bakışlarına tutulmuşken neyin sorgusu cevaplayabilir ki acıları... acıt ki hala yanımda olduğunu bileyim...